• Sayın Üyeler,

    Site görünümünün gündüz açık renk tema, gece koyu renk tema olacak şekilde otomatik değişmesini sağlayan bir düzenleme yapılmıştır. Görünümün otomatik değişmesini istemiyorsanız, bu ayarı hesap tercihlerinizden kolaylıkla değiştirebilirsiniz. Açık/Koyu temalar arasında ki geçişin otomatik olmasını istemeyen üyelerimiz üst menüde yer alan simgeler yardımıyla da kolayca geçiş yapabilirler.

    Site renklerinin günün saatine göre ayarlanmasının göz sağlığına faydaları olduğu için böyle bir düzenleme yapılmıştır. Fakat her üye görünüm rengini tercihine göre kullanmaya devam edebilecektir.

Yaşam Formülü: Kendini Bilmek

Musa Kamil Ekin

Yönetim Grubu
Katılım
6 Nisan 2015
Sertifika
C Sınıfı
Firma
BelKo ltd.şti.
Dünyaya doğmuş ve peşinden kitleleri sürüklemiş, verdiği ya da kanal olduğu bilgilerle insanlığa ışık tutmuş, yollarını aydınlatmış, kimi zaman takdir ve itibar görmüş, ismi dünyaya nam salmış; kimi zaman da anlaşılamadığı için zulüm görmüş Zat’ların tek bir kelime, bir cümle ile tüm kainat bilgisini anlatmaya çalıştığı o muazzam bilgiler, akışlar, aslında hayatımıza ışık tutmakta ve yaşam formülü OL’maktadır.

Kevser Yeşiltaş / 17 Ocak 2016

evren-kainat-d%C3%BCnyada-ya%C5%9Fam-e1453049849409.jpg


Bu açıdan, başka bir formül olan ‘Kendini bil’ formülü özellikle derin bir anlama sahiptir ve gerçeğin bilgisine götüren sembollerden biridir. Dünyanın ve insanın incelenmesi birbirine yardımcı olur. Dünyayı ve onun kanunlarını incelerken insan kendisini inceler ve kendisini incelerken dünyayı inceler. Ve Allah’ı bilmenin yolu ancak ve ancak kendini bilmekten geçtiğini vurgulayan sayısız akış ve özlü söz bulunmaktadır.

“Kendini Bil, Rabbini Bil, Tekamül Et” (Delphoi tapınağının girişinde yazan öğüt)

“İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsen, ya nice okumaktır” (Yunus Emre).

“Kendini Bilen, ancak Rabbi’ni Bilir” (Hz. Muhammed. Diyanet İşl.Bşk.).

Başka bir gizli türü, söylenen ve yapılanın sembolleştirilmesidir. Genellikle ruhsal öğretilerde daima sembolik ifadeler kullanılmıştır. İfadesi pek güç, zihinsel imajları olmayan bazı öyle kavramlar vardır ki, onların içerdiği hakikati ifade etmek için semboller kullanılır. O sembol, farklı anlayışlara ve farklı zihin seviyelerinde bulunan insanlar arasında, belirli bir anlam birliğini ifade edebilir.

Yaşamsal en büyük şifrelerden ve hayatımızı kolaylaştıracak en büyük ışık tutan ruhsal bilgilerden bir kaçı insanlığa şu ayetlerle belirtilmiş:

Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar.” (Diyanet İşleri -Bakara, 286).

Elbette güçlükle beraber şüphesiz bir kolaylık vardır.(Diyanet İşleri-İnşirah Suresi 94:5)

Yolumuzu aydınlatan şifrelerden birini de Şems-I Tebriz(1185-1247) şöyle ifade etmiş:Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. Sen şu anda görmesende dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var.

Bu bize doğduğumuzdan ölümümüze kadar olan zaman dilimi içerisinde, yaradana güven duygumuzun gelişmesini, her zorluk yanında kolaylıkla birlikte geldiğini, güvenmemiz gerektiğini özellikle vurgulamaktadır. Şükretmek ve teslimiyetin ne kadar önemli olduğunu vurgulayan bu bilgiler, bize hayatımızda önemli ışıklar tutacak ve yol gösterecektir.

Hz. İsa’nın işitme ile ilgili önemle vurguladığı mesaj neydi?
“Kulağı olan işitsin!” (Matta 13:43), “İşitecek kulağı olan işitsin!” (Luka8), “Kulakları olan işitsin” (Thomas İncili 65)

Burada fiziksel kulak, duyma ve işitme ile ilgili mesajin ötesinde, daha kavramsal bir anlam yatmakta olduğunu düşünebiliriz. Çünkü işitme, anlama ve anlayış ile eş tutulursa, anlama ve anlayış bize farkındalık yolunu açar. Farkındalık da bizi aydınlığa götürür. Farkındalık ve aydınlanma için, kulağımızın işitmesi gerekir. Yani içses, vicdan sesi dinlenmesi, farkındalığın artması, anlayışın çoğalması. İşitme ve anlama aynı anlamda yorumlanabilir. Anlama, kavrama, yorumlayabilme, muhakeme ve sonuçta bilmek demektir.

İste ama ölçülü iste, bir otun, bir dağı çekmeye kudreti yoktur. 1/0140 (Mesnevi) (*)

Özlü sözünde, içinde ne ihtivalar barındıran anlamları mevcuttur. Her zaman dengeli ve ölçülü istememiz gerektiğini, çünkü isteklerimizin, arzularımızın bir sınırı olmadığını anlatmaktadır. Sen hayat planı içerisinde ancak ve ancak, o hayat planına dahil olabilecek, tekamülünü gerçekleştirecek ve ihtiyaca uygun nitelikteki isteklerini çekebilirsin. Daha fazlasına kudretin zaten yoktur ve boş yere de zaman kaybetme.

Yaradana güven duymamız, O’nun bizim her saniye yanımızda olduğunu, bizi gördüğünü, gözetlediğini anlatan, en önemli yaşam şifrelerinden biri ayette şöyle belirtilmiş:

“Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız (Kaf Suresi 16).

Bundan daha ötesi olabilir mi? Oysa bunu gözardı eden ve unutan insan, kendini aydınlatacak sözde ŞEY’lerin peşinde koşup durmakta ve kula kulluk etmektedir. Oysa Allah şah damarımızdan daha yakınımızdadır.

Ve kutsal kitap Kur’an-ı Kerimde burada aktarılamayacak kadar çok ayette geçen çarpıcı bir kelime vardır. Ve önemle vurgulanmak istenmiştir: Şükür. Ne kadar az şürkettiğimizi, şükür halinde olmamız gerektiğini vurgulayan önemli ayetler, bize bir yaşam formülü daha sunmaktadır. Yaşamımız boyunca şükür hali içerisinde olmanın ne kadar önemli olduğunu vurgular. Şükür, şuurlu kabullenme, şuurlu sabır ve hoşgörüyü, sevgiyi de içinde barındırır.

“Ama siz ne kadar az şükrediyorsunuz.” (A’raf Suresi 10.ayet)

Genelde insanlar, iyi durumlarına, sahip olduklarına ve imkanlarına şükr ederler. Oysa, hayat boyu her duruma şükr etmek gerekir. Çünkü mutlaka her zorluğun arkasında bir kolaylık, her zor yolun yanında patika yollarla huzura açılan kapılar yer almaktadır.

Şükür sahip olduğun, olmadığın herşeye yapılmalıdır. Oysa günümüzde insanlar, hep bana diyor. Bana gelsin, bana aksın. Şükür eden, rahmeti ve bolluğu zaten kendisine çeker. Daha fazlasını neden insan ister ki? Zaten OLması gereken onunladır. Hangi sahip olduğunu zannettiğişeyler gerçekten kendisinindir? İnsanlar bu yolla ancak kendilerini aldatıyor ve teşevvüşe düşüyorlar. Sürekli bana aksın, bana gelsin insanı sadece bocalamaya teşevvüşe düşürür. Gelsin ama ne için, aksın ama ne için? Zaten herşey Yaradan’ın, biz de O’nun yarattıkları değil miyiz? Hangi döngü içinde, ait OL’anı ister dururuz. Zaten bütün değil miyiz? Bütün diyen, hep bana aksın, bana gelsin diyemez. Bütünün içinde, herşey zaten BİZ’e ve O’na ait değil midir?

Tasavvufta şükür çok önemli bir prensiptir
“Nimet insana gaflet verir, şükür ise uyanıklık getirir” (Mesnevi Beyitler 4).

ya%C5%9Fam-tasavvuf-%C5%9F%C3%BCk%C3%BCr.jpg


Bir başka yaşam formülleri ve bizi doğru yola sevk eden şifrelerden biri şu şekilde ayet olarak verilmiştir. “Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.”(Fatiha Suresi 5). Oysa günümüz insanların bazıları kula kulluk etmekte, kuldan medet ummakta, hatta maddeye, maddenin verdiği tüm göz kamaştırıcı zevklere taparak, put edinmektedir. Başına üzücü bir olay geldiği zaman Yaradanını hatırlamaktadır. Oysa her zaman hatırlamalı ve O’ndan dilemeliyiz.

En dikkat çekici ve en önemli formüllerden biri şu ayetle verilmiş:

“Gerçekten biz, herşeyi bir ölçü ve dengede yarattık”(Kamer Suresi 49.Ayet).

Bize sunulan bu yaşam formülü, sırların sırrını aslında çok net bir şekilde açıklıyordu. Evrendeki çeşitliliğin, çokluğun aslında bir ölçü ve denge içerisinde bir bütün halinde, Büyük Zeka unsuru olduğunu açıkça anlatıyordu. Bilim, Kuantumun keşfiyle, şu anda vardığı bazı temel bilgilerle, bunu kabul ediyor ve binlerce yıldır aktarılmış bilgilerin bilimsel ispatlarına yeni yeni varılmaya başlanıyor.Varılan nokta, her şeyin aslında bütün ve şaşmaz bir düzen içerisinde varolduğudur.

Binlerce yıldır tek bir kaynaktan, peygamberler, vazifeli insanlar, yüce zatlar vasıtasıyla aktarılmış olan bu özel ve kutsal bilgiler, bizlere Yaşam Formülleri’ni, yaşam sırlarını vermiş. Yorum yapabildiğimiz, anlayabildiğimiz ve paylaşabildiğimiz ölçüde. Evrenle, kainatla, insanla, yaşamla ilgili her türlü bilgi bizlere verilmiş.

Ve insanlar hala neden şüphe duyuyorlar?

Her şey söylenmiş, iletilmiş insanlığa. Akışlarla, ayetlerle, kutsal kitap ve kutsal yazıtlarla. Her zamanın ve mekânın şartlarına ve anlayışına göre anlaşılmış ve yorumlanmış. Son zamanlarda, teknoloji geliştikçe, ulaşılan gerçeklerle, ruhsal iletiler arasında müthiş benzerlikler olduğu görülüyor. Benzerlikten öte, sanki ulaşılanlar, iletilerin teyidi mahiyetinde. Bu bakış açısıyla daha derin manalarına iniliyor ve yorumlanabiliyor.

Dünya nüfusunun yüzde 95’i, o ya da bu nedenle mutlaka bir inanışa sahip. Dünya kurulduğundan ve üzerinde insanlar varolduğundan beri, bir güce inanma ihtiyacı duydular. Bu bir ihtiyaçtı. Zaman ilerledikçe ihtiyaç daha farklı boyut almaya başladı. Bu güç hakkında daha fazla bilgi edinme ihtiyacı. Neden var olduğumuz? Nasıl varolduğumuz? Niçin var olduğumuz? Ne zaman varolduğumuz? Bizi var edenin Ne olduğu? Hakkında sorular oluşmaya başladı. Ve en sonunda Kim sorusunu kendimize yönelttik. Biz kimdik?

Binlerce yıldan beri, dünya üzerine vazifeli yüce varlıklar gelmiştir. Onların görevi, insanların yolunu aydınlatmak, örnek olmak, doğruyu yanlıştan ayırt edici özellik taşıyan akışları, özlü sözleri aktarmak ve aslında kainatın tesadüfen oluşmadığını, bir amacının, bir yaratıcının ve hikmetinin olduğunu anlatmak olmuştur. Sadece peygamberler, yüce zatlar değil, bu görevi üstlenen ismi belki hiç duyulmamış, bilgeler, ulular, medyumların da görevi, insanlara doğru bilgiye kanal olmaktı.

Bizler hepimiz tek tek ruhumuzun enerjisini, yeryüzüne, maddeye aktarmak ve maddeyi de tekamül ettirmekle görevli varlıklarız. Hiçbir zaman boş yere yaşamıyoruz. Hiçbir şeyin boş ve gereksiz olduğu düşüncesine kapılmamalıyız. Bizler, canlı veya cansız görünen tüm şeylerin, yaratılmasının bir amacı olduğunu bilmeliyiz. Bunu herkes farklı algılayabilir, düşünebilir ve yorumlayabilir. İster bilelim ya da bilmeyelim, ister inanalım, ister inanmayalım, bu gerçeği hiçbir zaman değiştirmeyecektir.

Gerçek herkesin içinde gönlünde ve ruhunda gizlidir. Herkesin bir gerçeği vardır. Yoğunluğu, azlığı, çokluğu, o kişinin ruhunda gizlidir. Ve ancak kendisi bunu bilebilir.

Bu yüzden kutsal ayette şu belirtilmiştir “Allah size şah damarınızdan daha yakındır”. Onu göklerde, uzaklarda, erişilmez yerlerde aramayalım. O bize bizden daha yakındır aslında.

Çünkü insanın bunu bilmesine ihtiyacı vardır. Bu şimdilik, insanın varlığı ile alakalı olduğu için ihtiyaçtır. Duygusal bir varlık olduğu için ihtiyaç duymaktadır. Oysa insan ruhunda bu bilgi saklıdır, vardır, mevcuttur. Fakat dünyaya doğduğu andan itibaren, maddeyle temas halinde olduğu için bu bilgiyi unutmuştur. Yolunu bulabilmesi için bu ona hatırlatılmıştır. Hatırlatılma da görevli varlıklar tarafından akışlar halinde insanlığa sunulmuştur.

Özünde tüm bilgilere sahip olan varlık, dünyaya doğduğunda tüm bu gerçekleri neden unutmuştur? Neden kendisine sürekli hatırlatılması için görevli varlıklar gönderilmiş ve akışlar, ayetler, kutsal kitaplar sunulmuştur.

Dünya üzerinde bulunan 4 kutsal kitap birbirini tamamlayıcı bilgiye sahiptir ve en son gönderilen Kur’an’da tamamlayıcı ve bütünleyici bilgi akışı ile son bulmuştur.

Tüm kutsal metinleri, dinlerin temelini incelediğinizde karşımıza şu çıkmaktadır. Hepsinde de benzer noktalar insanlığa anlatılmak istenmiş ve sunulmuştur. Zamanla dejenere oldukları için tekrar bilgi aktarma ve aktarılma vazifesi, en son Kur’an ayetleri ile son bulmuştur.

Arayan için, isteyen için, arayış içinde olan için, her şey var aslında yeryüzünde. Gizemi, sırrı arayanlar, hayatın ta kendisine bakmalılar. Çünkü yaşam bir sır. Hayat bir sır. Ve en büyük sır, sihir, mucize, yaşam formülü biziz. Yani kendimiziz.

Çünkü, Aklını Kullanmak geçer ayetlerde ve birçok ayette yer verilir buna. Aklı kullanmak. En önemli Yaşam Formülleri’nden biri olmalı bizim hayatımızda. Aklımızı kullanmamız gerektiği önemle vurgulanmıştır. Bizim bir aklımız var. Düşünme yeteneğimiz en büyük nimettir. Biz düşünen varlıklarız. Aklımızı kullanarak kendimize uygun yaşam formülleri geliştirebilir, en uygun olanı yine aklımızı kullanarak bulabiliriz. Hep başkalarının ne dediği değil, bir de kendi ne dediğimizi duymaya ihtiyacımız yok mu?

Farklıyız, evet, çeşit çeşitiz. Çok çeşitli insanlarız. İlginç türleriz bizler. Karmaşık yapıya sahibiz. Bizim gezegenimizdeki yaşam türleri o kadar önemli ki. Düalite dünyasındayız ve çok şanslıyız aslında. Çünkü herşeyin zıddını görebilecek, anlayabilecek, hangisini seçersek ona yönelebilecek yetimiz var. Aklımızı kullandığımız sürece. Seçim tamamen bizim.

Neden yalnız bırakıldık?
Bazı ruhsal akışlarda da belirtilen çok önemli bir konu var. Dünya insanlarının evrensel düşünce sisteminin düzenini bozduğu ile ilgili. Hiçbirşey kaybolmuyorsa, ürettiğimiz tüm negatif düşünceler diğer boyutlarda ve diğer dünyalardaki varlıkları inanilmaz derecede etkiliyor. Gelişime engel oluyor. Hastalıklı bir organın bütün vücudu etkilemesi gibi. Ve o organa müdahale edilir, hastalıklı bölge ameliyatla ya alınır ya da tedavi edilir. Üretilen düşünce kirliliği tüm evrene zarar veriyor. Değişmemiz gerekiyor, ancak uçurumun kenarına gelince değişiyor insanlık. Belki zamanı geldi. Çünkü böyle kompleks yaşam barınağı olan Dünyamızdan çok az var. Ya da belki de hiç yok. Çok değerli bir gezegen dünya. Müdahale olmadan değişmemiz gerek.

Bazı ruhsal akışlarda belirtildiği gibi, dünyanın çok değerli, çok farklı türlerin bir arada yaşadığı bir gezegen. Düalite kavramı yaşanıyor dünyada. Seçenekler var ve bu seçeneklere göre yaşamı idame ettirme var.

“Her dileyen alır, arayan bulur, kapı çalana açılır” (Luka İncili 11/9)

Ve devamı aslında şöyle olmakta, hangi baba, ekmek isteyen oğluna taş verir, balık isterse yılan verir, yumurta isterse akrep verir. Burada çok anlamlı bir mesaj, bir şifre ve yaşam formülü yatmaktadır. Ne istersek ona sahip oluruz, ne dilersek onu alırız. Yani şu an bulunduğumuz nokta, bizim isteklerimiz doğrultusunda ulaştığımız yerdir. O zaman yakınmak, kızmak, isyan etmek boşunadır. Yapmamız gereken, Yaşam Formülleri’ni iyi kullanmaktır. Herşey bize verilmiş. Yorumlamak ve hayata geçirmek ve yaradanın kendisine güven duymak, hayata güven duymaktır.

Nietzsche: “Uçuruma bakarsan, uçurum da sana bakar.”
Hiçliğe bakarsan, hiçlik de sana bakar. Karşılıklı etkileşim. Kuantum felsefesi, determenizm yasası. Ektiğini biçersin. Düşüncen neyse O’sundur. Hiçlik olarak görürsen hiçlik elde edersin, uçurum olarak görürsen, uçurumda kaybolursun. Bu yüzden neyi istediğimizi ve nerede aradığımızı çok iyi bilmeliyiz. Bu yüzden Akıl verilmiştir bize. Aklımızı iyi kullanmalıyız. Akıl ve vicdan sahibi varlıklarız.

Yaradan neden tekrara ihtiyaç duymuştur?
Andolsun ki, biz sana tekrarlanan yedi ayeti ve yüce Kur’an’ı verdik.” [Hicr Süresi 87.ayet]

Bunun sırrını anlamaya çalışıyordum, araştırmalarım esnasında.

Neden Fatiha suresine tekrar eden yedi denmiş? İşte bu yüzden. Sürekli Kur’an içinde tekrarlanmıştır bu ayetteki kelimeler. İnsanlar teşevvüşteler uykudalar, her an tekrarlanmış ki, farketsinler farkına varsınlar. Belki yüzlerce yıl farkedilerek gidilmiş, ama bu günümüzde maddeye tapınmak coşmuş artmış durumda. Unutmak ve görmezlikten gelmek insana vakıf bir durum. Bu yüzden sürekli tekrarlanmış bu yedi ayet. Sadece Yaradana ibadet et ve ondan yardım dile. Gittiğimiz yolun doğru olmasına dikkat et. Fatiha süresini anlayan Kur’anı anlamıştır denilir, çünkü o süre kutsal kitabın bir özeti mahiyetinde. Ve ismi bu yüzden tekrarlanan yedi ayettir.

İnsanların uykuda olduğunu gösteren en büyük delillerden biridir bu. Çünkü bir anımız bir anımıza bile uymamaktadır. Çok değişken hayatlarımız vardır. Bir an neşeliyken bir anda üzülebiliyoruz. Bugün çok coşkuluyken, birden panikleyip tüm umudumuzu yitirebiliyoruz. Duygusal varlıklarız ve her baktığımızı görememe gibi de bir özelliğimiz var. Bu yüzden tekrarlanan yedi ayet, sürekli olarak bir çok ayette önemle vurgulanmıştır. Bir noktada kaçırırsak, başka bir noktada anlayışına ulaşabiliriz, anlayabiliriz, orada bize anlatılmak isteneni anlayabilelim diye.

Bu yüzden yaradan, binlerce yıldan bu yana farklı zamanlarda, benzer bilgileri, kanallar vasıtasıyla insanlığa ulaştırmıştır. Bu bilgiler bize ışık olmuş, yolumuzu aydınlatmıştır.

En gerekli yaşam formülü: Nefsi bilmeyi öğrenmek
Unutmamak gereken bir durum var ki o da çaba…
Çünkü dünyada yaşıyoruz ve ihtiyaç sahibi insanlarız. Maddi manevi ihtiyaçlarımız var. Eğer ihtiyaç olmasaydı dünyada hiçbir şey olmazdı. Dünya olmazdı. Çünkü dünya da bir ihtiyaçlar silsilesi sonucu var.

the_eye_of_the_universe_by_adelenta-d60iiql-e1453049644418.jpg


Her şeyin dozunda, gerekli olduğu kadar ve yeterli düzeyde ihtiyacımız var. Kendimizde olmayan şeyleri istememiz bizi geliştiren unsurlardır.

Elbette evrendeki her şeye sahibiz fakat, ruhsal varlığımızda, özümüzde. Peki her şeye sahip olan ruhsal öz varlığın dünyada ne işi var?

Onun da ihtiyacı olduğu için dünyada bedenlenmiyor mu?

Ego, bizim dünyada bulunabilmemiz için kullandığımız bir giysidir. Ego olmasaydı, dünyada hiçbir buluş, hiçbir keşif, hiçbir gelişme kaydedilemezdi.

Hedefe ulaşmak için kullanılan en uygun yöntem egodur. Kullanılan diyorum çünkü, egosal varlıklar olmadığımızı anlamamız için. Biz ego varlığı değiliz, egoya sahibiz. Ve sahip olduğumuz şeyleri de gerektiği zaman kullanmalı, gerektiği zaman da kontrol etmeliyiz anlamında.

Egonun santralizasyonu, yani eşkoşma diğer bir ismi ile. Pratik olarak, yeryüzünde eşkoşmadan herhangi bir şeye ulaşmanın, herhangi bir şeyi anlamanın imkanı pek yok gibi. Diyelim ki bir bilim araştırması yapıyorsunuz. Eğer o konuyla kendinizi özdeşleştirmezseniz (egosal), kendinizi baştan aşağı bir tıp adamı veya bir mühendis gibi göremezseniz, o işle baş etmeniz mümkün değildir. Bir yazarsınız, edebiyatçısınız; romanınızla veya şiirinizle veya hikayenizle eşkoşarsınız, artık siz ve o aynısınız. O zaman bir sanat eseri meydana getirirsiniz. Bir tiyatrocu ya da artist, rolü ile ne kadar bütünleşirse o kadar güzel bir sanat ortaya çıkar. Fakat ne yaptığının farkında olduğu ve farkındalığını en yüksek düzeyde tuttuğu sürece, özdeşleşmenin kontrolünü yapabilir. İşyerinde iş giysisi, evde ev, arkadaşlarla arkadaş giysisi yani sürekli sahip olduğumuz ego unsurlarıyla bir bütünüz iç içeyiz. Hiçbirini birbirine taşımıyoruz, karıştırmıyoruz.

Ama bir de hayatı bütünüyle eşkoşmuş insanlar vardır. Her şey onun için çok kıymetlidir. Her şey tapılası bir şeydir. Bu kontrolsüz egodur.

Ego’su kontrolden çıkmış, toplumlar, kavimler, insanların akıbetini elbette biliyoruz.

Ego korkulacak, abartılacak, öcü, pis, tu kaka değildir. Çünkü bizim bahsettiğimiz, doymak bilmeyen, süper ego, şişkin ego, yüksek ego, kontrolden çıkmış ego değildir.

Her şeyin nasıl fazlası zarar, azı karar ise, ego’nun da kontrollüsü gereklidir.

Dünyadaki ıstıraplarımızın nedenini Budizm şu şekilde açıklamaktadır. “Dünyasal unsurlara bağlanma ve istekler.” Istırabın kaynağı, nefsin denetlenememesidir. Bunu ortadan kaldıran da Doğru anlama, doğru niyet, doğru düşünme, doğru konuşma, doğru eylem, doğru çaba, doğru bilinçlilik ve doğru uyanıklılıktır. Gotama Buda (İÖ 563-483) buna “orta yol“der.

Nefsini bilenlerden ol, silenlerden değil! (Şems-i Tebriz)

İnsanların en üstünü öfkesini, dindiren ve ılımlı davranandır. (Hz. Ali)

Hz. İsa: Ben dünyayı yendim” (Yuhanna 16:33).

Yaradılan her şey, var olan her şey, bir amaç uğruna yaradılmış ve vardır. Var olmayan şeyleri bilemiyoruz, ama var olan şeylerin belli bir amaç için varlığını sürdürdüğünü biliyoruz.

Nasıl ki, dünyada boşu boşuna, mantıksız, hiçbir işe yaramayan şeyler yok ise. Her şeyin amacı var, her şey bir amaca hizmet ediyor.

O amaç bütüne hizmetten başka hiçbir şey değil ise.

Karanlık ve aydınlık, varlık ve yokluk, siyah ve beyaz, zenginlik ve fakirlik, vs… Bir kumaşın önü ve arkası gibi. ikisini birbirinden ayıramazsınız, ayırsanız da yine bir ön ve arka çıkar ortaya bunun gibi. O ikisi bir bütündür, karanlık olmasaydı aydınlık olabilir miydi? Karanlık olmadan aydınlığın farkına varabilir miydik?

Yaşam Formülleri’nin arayışı içinde isek eğer, onu nerede aradığımıza bakmamız gerek. Bilimde, dinde, doğada, yaşamın içinde mi arıyoruz?

Kendimize dönüp bakmıyoruz? Onu yüreğimizde, kalbimizin taaa derinlerinde görmüyoruz. Tüm gerçek bizde, yüreğimizde ve ruhumuzda saklı. Ruhumuzdaki bilgiye ulaşmanın en önemli yaşam formülü de kalbimizin derinliklerinde. Vicdan sesimizde, sezgilerimizde. En büyük yaşam formülü biziz, kendimiziz. En büyük sır biziz. En gizemli biziz yani kendimiziz.

Evren engellerle dolu
Konu başlığına bakarak, engel kelimesinin olumsuz bir etki yarattığını düşünebiliriz. Oysa bu engeller, ölçü, nizam ve dengeyi işaret eden engellerdir. Engeller olmasa evren bir kaosa dönerdi. Nasıl mı?
ky02_00002.jpg


Her parça, bütünü oluştururken, denge, ölçü ve nizam içerisinde varlığını meydana getirmekte. Büyük evrende her cisim belli bir yörünge üzerinde hareket etmekte. Aynı şekilde, her atom, atomu oluşturan tüm parçalar da belli bir düzen içerisinde hareket etmekte. Hiçbiri birbirine değmemekte, birleşmemekte ve düzeni bozucu harekette bulunmamaktadır.

Evrende müthiş bir denge, ölçü, nizam vardır. Atom altı partikülden tutun, yörüngeler halinde yol alan gezegenlere, güneş sistemlerine, galaksilere kadar. Entropi yasası sadece evrende değil, atom altı partiküllerde de geçerli. Makro evren gibi, mikro evrenin de entropisi düşük. Yani kainat düzen ve ihtişamıyla, atom altı partiküllerine kadar düzen ve ölçü içerisinde varlığını sürdürmekte.

Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık.(Kamer Suresi 49.Ayet).

Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzmektedir. (Yasin Suresi 40)

Burada bahsedilen ölçü ve denge, engelleri ve boşlukları, düzeni, engelleri, herhangi birinin diğerine müdahalesi olmadığını anlatmakta. Herbiri kendi alanını korumakta, engelleri aşıp diğerine müdahalede bulunmamaktadır.

Son yapılan araştırmalarda, atom ve atomaltı partükeller arasında boşluklar olduğunu ve bu boşlukların daimi surette korunduğunu gösteriyor. Hiçbir atom kendi içerisinde ve diğer başka atomlarla ancak birleşebiliyor bir araya gelebiliyor. Fakat asla çarpışmıyor o boşlukları kapatamıyor. İki madde birbirine dokunsa da atomlar birbirine değmiyorlar.

İki mıknatıs gibi, birbirini çekmiyorlar adeta itiyorlar.

Atomda müthiş bir enerji depolanmış. Birbirine zıt olan üç-dört tane atom birbiriyle çarpışsa dünyayı yerinden oynatacak, belki kıyameti koparacak.(Atom Fizikçi Doç. Dr. İskender Hikmet. 1992-Ekim.)

Tüm kainat her şey, bir ölçü, düzen ve denge içerisinde yaratılmıştır. Buna güvenmeliyiz. En küçük zerreden, en büyük galaksi topluluklarına kadar, insanın tüm hücrelerinin işleyişine kadar her şey, düzen ve denge halindedir.

Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın.

“Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir” diye endişe etme.

Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını? (Hz. Mevlana)

Her zaman şunu düşünüyorum. Bakış açımız, rölatif yani değişken. Bizler değişken varlıklar olduğumuz için, bakış açımız da önyargılar ve korkularla dolu. Neyi anlamak istiyorsak o şekilde anlayabilme kabiliyetimiz var. Bu bizi bazen zorlayan bir durum. Bu yüzden, söylenen, aktarılan, ya da okuduğumuz ayetleri yorumlarken, buna çok dikkat etmek gerekir. Eğer, ayakları yere basan, günlük uğraşlardan kurtulamayan, duygusal, rölatif düşünce yapısına sahip ve önyargılı yaklaşımlarımız ve korkularımız varsa, yorumlarımız da bunun çok fazla ilerisine gidemeyecektir.

Çünkü insanlığa aktarılmış, bunca sırlı söz, ayet, başka boyuttan, çok geniş perspektifli yorumları kapsayan ve evrensel bilgiyi içeren bilgiyi ihtiva eder. Bizim onu yorumlayışımız insani yorum olacaktır. Biraz evrensel düşünerek yorumladığımız zaman ise gerçeğe bir nebze de olsa yaklaşmış olabileceğizdir.

Çünkü ne kadar inancımız yoğun olsa da, hayatın zorlukları ve karmaşasından, güvensizliğe düşebiliyor ve hayatla ilgili şüphelerimiz ve kaygılarımız birdenbire oluşabiliyor. Ve bu da bizi strese ve depresyona itebiliyor. İşte bu noktada, inancımızı asla yitirmemeliyiz. Güvenimizi ve cesaretimizi yitirmeden, tekrar yolumuza devam edebilmeliyiz.

Please, Giriş Yap or Kayıt Ol to view URLs content!
 
Üst