• Sayın Üyeler,

    Site görünümünün gündüz açık renk tema, gece koyu renk tema olacak şekilde otomatik değişmesini sağlayan bir düzenleme yapılmıştır. Görünümün otomatik değişmesini istemiyorsanız, bu ayarı hesap tercihlerinizden kolaylıkla değiştirebilirsiniz. Açık/Koyu temalar arasında ki geçişin otomatik olmasını istemeyen üyelerimiz üst menüde yer alan simgeler yardımıyla da kolayca geçiş yapabilirler.

    Site renklerinin günün saatine göre ayarlanmasının göz sağlığına faydaları olduğu için böyle bir düzenleme yapılmıştır. Fakat her üye görünüm rengini tercihine göre kullanmaya devam edebilecektir.

Ölümü Bekleyen Silikozis Hastalarının Mücadelesi

Fatih Özcan

Site Kurucusu
Katılım
7 Aralık 2013
Şehir
Yurt Dışı
Sertifika
Diğer Belge
Firma
ABL Group
Silikozis Nedir?

En eski meslek hastalıklarından biri olan silikozis, solunumla alınabilecek boyuttaki silika kristallerinin neden olduğu ve bir süre solunması sonucu kalıcı ve ilerleyen hasara yol açan bir akciğer hastalığı.

Silikozis, etken maddesi olan silika taşlarıyla girdiği akciğeri zaman içinde yavaş yavaş oksijensiz bırakarak yok ediyor. Maruz kalma oranına göre seyri ve etkileme gücü değişen hastalığın geri dönüşü mümkün değil.

Kazma, delme, tünel açma işlemleri, taş ocakları ve madenler (kömür, altın, kalay, demir, bakır, nikel, gümüş, granit, tungsten, uranyum, v.b.) silikoz açısından riskli iş kolları. Silikanın kullanıldığı ve silikoz gelişme riski olan diğer bazı iş kolları ise gemi yapımında çeliğin boyaya hazırlanması, mücevher kesme, işleme, cilalama işlemleri, kurşun kalem yapımı, cam, kristal, tuğla imalatı, seramik, porselen ve çini yapımı, dökümhanelerde döküm kalıptan çıkarıldıktan sonra temizleme, perdahlama, çapak giderme, cilalama işlemleri, diş protezi yapımı ve kot taşlama veya taşlanmış kot imalatı olarak da bilinen kot kumlamacılığı bu hastalığın yatağını oluşturuyor.


Dünya'da ve Türkiye'de Silikozis

Her ne kadar son yıllarda kot kumlamacılığı ile gündeme geldi ise de, silikozis’in insanlık tarihi kadar eski bir hastalık olduğunu Mısır mumyalarında silikotik nodüllerin bulunması gösteriyor. Alman mineroloji bilgini Georgius Agricola 1556’da yazdığı “Treatise on Mining” kitabında, 1713’te ise İtalyan hekim Bernardino Ramazzini bu hastalıktan söz ediyor. Ramazzini, silikozisi, kaya parçalama, yani taş ocağı işçilerinin ve madencilerin yakalandığı bir akciğer hastalığı olarak tanımlıyor.

Çok sonraki yıllarda gelişen teknoloji ile birlikte yüksek basınçlı kompresörlerin kullanıldığı maden, kum püskürtme ve birçok endüstriyel iş kolunda çalışan işçilerin maruz kaldığı toz oranındaki dramatik artış, hastalığı hızla ölümcül bir hale soktu.

Silikozis ile bugünkü anlamda ilk mücadele 1932’de, Amerika’da bir tünel yapımında çalışan işçilerin çoğunda bu hastalığın görülmesiyle başladı. ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) 1947’de silikozis’i meslek hastalığı olarak ilan eti. Dünya kamuoyunda büyük bir farkındalık oluştu ve Türkiye de aynı yıl bu hastalığı meslek hastalığı olarak kabul etti.

Avrupa'da da Yasak

Kot taşlama ile gündeme gelen kumlamacılık, batıda cam sanayi, dökümcülük-metal parlatma ve benzeri birçok sektörde kullanılmış olan ancak kapalı alanda yapıldığında çok aşırı silika maruziyetine neden olan bir işlem.

Hastalığın alınan tedbirlerle gelişmiş ülkelerde belli bir seviyede kontrol altında tutulmasına rağmen, örneğin ABD’de farklı sanayi kollarındaki 200 binden fazla işletmede çalışan 2 milyon civarında kişide potansiyel silika tozu maruziyeti olduğu tahmin ediliyor. Yine Amerika’da 2000’li yıllarda yılda 200 civarında silikaya bağlı ölüm meydan geliyordu. Ancak bu rakam giderek azaldı.

Bu maruziyet batıda da 1940-50’lerde silikozis hastalarında yoğun artışlara yol açtı. Bu yüzden, 1951’de İngiltere’de, 1966’da ise Avrupa ülkelerinde yasaklandı.

Amerika Birleşik Devletleri’nde çok üst seviyede alınan önlemler çerçevesinde uzay giysileriyle açık alanda uygulaması süren ‘kumlamacılık’ işlemi Türkiye’de de 2009’da sadece tekstil sektöründe yasaklandı.

Kot_Kumlama_Yapilan_Ulkeler.jpg

Türkiye'ye Almanya'dan Geldi

Deniz kumunun basit bir kompresör yardımıyla yüksek basınçta püskürtülmesi esasına dayanan, uygulandığı yüzeyleri pürüzsüzleştirmeye, aşındırmaya yarayan kumlama yöntemi, Türkiye’de 1980’lerin sonunda tekstil sektöründe uygulanmaya başladı

Kesin olmamakla birlikte 1987 senesinde Almanya’da İstanbul’a gelen bir işçi, Alman teknikerlerin de yardımıyla Alibeyköy’de dere kenarında bir kot kumlama atölyesi kurdu. ‘Hacı’ lakaplı bu işçinin kurduğu atölye sonrasında İstanbul’un kenar mahallelerinde birbiri ardına mantar gibi kot kumlama atölyeleri açıldı. Büyük çoğunluğu “merdivenaltı” olan bu küçük atölyelerde kapalı ortamlarda sağlıksız koşullarda çalıştırılan işçiler her gün saatlerce hastalığın etken maddesi olan silika yüklü toz bulutuna maruz kaldı.

İlk Ölüm Türkiye'de

Kot kumlama atölyelerinde çalışan işçilerde ilk silikozis vak’ası Erzurum’da 2004 yılında ortaya çıktı ve yıllar içinde hızla arttı. Silikozisten ilk işçi ölümü ise 2005’te İstanbul’da oldu. Bu, dünyada da kayıtlara geçen ilk ölüm vak’ası. Vak’a sayısı 2007’de arttı. Şu anda kesin sayı bilinmemekle birlikte, Türkiye’de iki bine yakın silikozis hastası olduğu tahmin ediliyor. Silikozisten Türkiye’de bugüne kadar 73 kişi yaşamını yitirdi.

Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) verilerine göre, Türkiye’de yılda 200-300 civarında silikozis vakası tespit ediliyor. Ancak sigortasız çalıştırılanlar kayıtlara girmediğinden bu rakam gerçek verileri yansıtmaktan uzak görünüyor.

138.jpg

Türkiye'de Yasaklama ve Ücretsiz Tedavi

Silikoz hastalarının ve ölümlerin artması üzerine Sağlık Bakanlığı, Mart 2009’da yayınladığı genelgeyle kot kumlama işlemini yasakladı. Bakanlık genelgede, "Bilimsel komisyon kararı, uluslararası sözleşmeler ve ulusal mevzuatımızın hükümleri dikkate alınarak her türlü kot giysi ve kumaşlara uygulanan püskürtme işleminde kum, silis tozu veya silika kristalleri içeren herhangi bir madde kullanılması yasaklanmıştır. Daha önce bu işlerde çalışıp, sağlık durumları hakkında güncel kayıt bulunmayan vatandaşlarımız, kendilerine en yakın sağlık kurum ve kuruluşlarında değerlendirilerek ihtiyacı olanların tedavilerine süratle başlanacaktır" ifadelerini kullandı.

İşçilere Torba Yasa İle Aylık Bağlandı

Sağlık Bakanlığı’nın yasaklamasının ardından Ocak 2010’da Bakanlar Kurulu’nun aldığı kararla hiçbir sosyal güvencesi olmayan silikozis hastaları, sağlık hizmetlerinden ücretsiz yararlandırılmaya başlandı.

Ancak işçiler SGK kapsamına alınmadı, 25 Şubat 2011’de resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren kamuoyunda torba yasa ya da özürlüler yasası olarak bilinen 6011 sayılı yasa ile, 2022 sayılı 65 yaşını doldurmuş muhtaç, güçsüz ve kimsesiz Türk vatandaşlarına aylık bağlanması hakkındaki yasaya geçici madde eklenerek aylığa bağlandı.

Bu yasanın silikozis hastalarına tanıdığı haklardan yararlanmak için koyduğu üç aylık başvuru süresi 24 Mayıs 2011 tarihinde sona erdi.

Silikozis hastası işçilerin yararlandırılacakları haklar, aynı yasanın içinde koşullarıyla birlikte şöyle sıralandı:
  • Sigortalı olmayan ve silikozis hastalığı nedeniyle meslekte kazanma gücünü en az yüzde 15 kaybedenlere SGK tarafından aylık bağlanmıştır.
  • Bu kişilerin bu haktan yararlanabilmeleri için, yasanın Resmi Gazete’de yayım tarihinden itibaren 3 ay içinde resmi başvurularını yapmaları gerekmektedir. ( 24 Mayıs 2011 son başvuru tarihi )
  • Kişinin meslekte kazanma gücünü kaybettiğine, meslek hastalıkları tespit hükümleri çerçevesinde, SGK Sağlık Kurulunca karar verilecektir.
  • Kendisine aylık bağlanan silikozis hastası yaşamını yitirirse, hastanın aylığı eşine ve çocuklarına bağlanacak ve SGK kapsamına alınacaktır.
  • Eş ve çocuklara bağlanacak aylıkların toplamı, hastanın kendisine bağlanan aylık tutarı geçemeyecek. Bu sınırın aşılmaması için gerekirse eş ve çocukların aylıklarından orantılı olarak indirimler yapılabilecektir.
  • Bu şekilde aylık alanların çalışmaya başlamaları halinde aylıkları kesilecektir.
  • Ayrıca aylık bağlanan hasta ile eş ve çocuklarına Yeşil Kart verilecektir.”
86206409.jpg

Kaynak :
Please, Giriş Yap or Kayıt Ol to view URLs content!
 
Son düzenleme:
Az Gelişmiş Ülkelere Kaydı

Silikozis Hastaları Dayanışma Komitesi Başkanı Prof. Dr. Zeki Kılıçaslan, dünyada 100 milyondan fazla kişinin silikaya maruz kaldığının tahmin edildiğini belirtiyor. Kılıçaslan’ın tespitlerine göre, 1991-1995 yıllarında Çin’de 500 bin vaka kayıtlara girdi ve bu rakam bugün çok daha yüksek. Çin’de, her yıl yaklaşık 24 bin işçi silikozis yüzünden yaşamını yitiriyor. Hindistan’da en az 3 milyondan fazla işçi her yıl silikaya maruz kalıyor.

1.png

Gelişmiş ülkelerde yasaklanmasından sonra kot kumlamacılığı, günümüzde daha çok bazı az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde uygulanıyor. En çok da, Çin, Hindistan, Bangladeş, Pakistan, Mısır, Vietnam ve Kolombiya’da görülüyor. Kot kumlamacılığının sürdüğü Çin dışındaki ülkelerde henüz silikozisten ölüm olayı yaşanmadı. Ancak, uzmanlar, “kot kumlama işleminin sözü edilen ülkelerde henüz 5-6 yıllık bir geçmişi olduğunu, silikozisten ölüm olayınınsa 10 yıla kadar uzayabildiğini” söylüyor.

Kot kumlamacılığına dünya çapında savaş açan Temiz Giysiler Kampanyası’nın (Clean Clothes Campaign CCC), üretimin tamamen kontrolsüz şekilde devam ettiği Bangladeş’i mercek altına aldı. CCC, işçilerin havalandırma tertibatı olmayan fabrikalarda koruyucu maske verilmeden günde 12 saat çalıştırıldıklarını tespit etti.

CCC’nin yürüttüğü kampanya sonucu giysi tekelleri, 2010 yılında kumlanmış kot alımına son vereceklerini açıkladı. CCC, bu kararın, Bangladeş’te de görece iyileşmelere yol açtığını, bazı fabrikaların kapandığını, bazılarının daha kaliteli kum kullanmaya başladıklarını, ancak fabrikaların bir bölümünün hâlâ eski yöntemlerle kot kumlamayı sürdürdüklerini açıkladı. CCC’nin fabrika taraması ve işçilerle yaptıkları söyleşilere dayalı araştırması ise hâlâ büyük tekeller için kot kumlandığını gösteriyor. İşçilerden bir kısmı müfettişler tarafından fark edilmemek için geceleri çalıştırıldıklarını söylüyor.

570.jpg

Hedef 2030’da Tamamen Yok Etmek

CCC Türkiye temsilcisi Abdulhalim Demir, Bangladeş hükümetinin ekonomisinin büyük oranda tekstile dayalı olması nedeniyle özellikle dünyaca ünlü markalar fason iş yapan kot kumlama atölyelerine göz yumduğunu öne sürüyor.

Dünya Sağlık Örgütü ve Uluslararası Çalışma Örgütü’nün ortaklaşa yürüttüğü Küresel Eylem Planı’na göre, ölümcül silikozis hastalığının 2015’e kadar tüm iş kollarında görülme sıklığının azaltılması, 2030’da ise dünyadan tamamen yok edilmesi hedefleniyor. Çünkü hastalığın etken maddesi silika silikozis dışında akciğer kanseri riskini de artırıyor


Kaynak :
Please, Giriş Yap or Kayıt Ol to view URLs content!
 
HASTALAR ANLATIYOR
İki kardeşin dramı

Bitlisli Mehmet Başak, terör yüzünden memleketini terk edip geldiği İstanbul’da kot kumlama işi yaparken silikozis hastalığına yakalandı. 43 yaşında oksijen tüplerine bağımlı hale gelen Başak’ın bir dönem aynı işi yapan kardeşi de hasta. Başak, “Kim ölmek için bir işe atılır ki? Ölüme razıyım, bu yaşadığım işkence” derken, ağlıyor.
1.png
Mehmet Başak’ın silikozisle tanışması, ailesiyle birlikte yaşadığı Bitlis’ten 1993’te İstanbul, Gaziosmanpaşa’ya taşındıktan sonra oldu. 1997’de kot kumlama işine girdi, 10 yıl çalıştı. O günleri anlatırken, “Her gün bir toz bulutunun içindeydik” diyor, kendisinin hasta olduğunu, yakın çalışma arkadaşlarının ölümüyle farkettiğini söylüyor:

“2007’de beraber çalıştığım arkadaşım Erhan Kaya vefat etti. Gece vardiyasında çalışıyordum. Çorumlu iki kardeş vardı, ‘Çalıştığımız işte insanlar ölüyor, haberlere bak’ deyince eşim Zeynep’İ arayıp televizyonu izlemelerini istedim. Sabah eve döndüğümde herkes ağlıyordu ve kahvaltıda hanım benim bir an önce hastaneye gidip muayene olmam gerektiğini söyledi.”

Başak, eşinin önerisiyle gittiği Yedikule Göğüs Hastalıkları Hastanesi’nde silikozis hastası olduğunu öğrendiğinde dünyasının başına yıkıldığını belirtiyor.


“Yedikule’de tespit yapılınca beni Süreyyapaşa Meslek Hastalıkları Hastanesi’ne sevk ettiler. Orada 15 gün müşahede ettiler. O zamanlar biraz daha iyiydim, yani yürüyordum, rahat rahat tek başıma çıkıp dışarı gezebiliyordum, ama bu yıl hepsi kesildi. Her yere hortumla gidiyorum, banyoya, mutfağa, namaz kılarken hep hortumla dolaşıyorum. Mesleğin böyle bir sonuç doğuracağını kim bilebilir. Misal baba oğul, abi kardeş çalışan var. Benim kardeşim Mehmet Seher Başak var aynı benim gibi o da hasta.”

Annem bizim yüzümüzden felç oldu

Başak, memleketinde terör baskısı olmasa İstanbul’a gelmeyeceğini, belki de böyle bir hastalığın farkında bile olmayacağını söylüyor, “7 çocuğum var, 3’ü evli, 4’ü bekar. Terör belası olmasaydı bizim ne işimiz vardı buralarda. Çalmadık, kimsenin malına, ırzına göz koymadık, namusumuzla çalıştık işte halimiz ortada” diyor.

Gözyaşlarına engel olamıyor

Annesi Kamile Başak’ın, kendisi ve kardeşinin durumuna üzüldüğü için felç olduğunu belirten Mehmet Başak, “İki çocuğu birden bu ölümcül hastalığa yakalandı, kadın sıkıntıdan 3 yılda bu hale geldi. Şimdi yoğun bakımda. Kıpırdayacak halim yok. Annem hastanede ölüyor ve ben yanına bile gidemiyorum bu hastalık yüzünden” derken gözyaşlarına engel olamıyor.

Başak, çocuklarının rızkını kazanmak için bu işi yapmaya mecbur kaldığını vurguluyor.

“Bütün doktorlar biliyor. Biz de biliyoruz. Kendimizi korumak için bir beladan kaçıp geldik. Dediler, İstanbul’un taşı toprağı altın. Bizim için altın değil, başka bir şey oldu..”


“Alet bozuldu, sabahı zor ettim”

Mehmet Başak, evinin hastaneden farksız olduğunu, aldığı 830 lira iş göremez emekli maaşıyla yaşam savaşı verdiğini belirtiyor:

“Bu gece nasıl sabah olacağını bilemedim. Alet bozuldu, servisi aradım, 60 lira istiyor. Benim aldığım emekli maaşı 800 küsur lira. Sigortalı olduğum için maaş bağlanmıştı. Hanım da 740 lira alıyor. Aha gelmiş 100 lira sadece elektrik. Ben nereden vereceğim. 5 tane solunum cihazı var evde, 3’ü bozuk. 8 tane de oksijen tüpü var. Değiştiriyorum 40 lira. Elektrik gittiğinde ona bağlanıyorum, sürekli açık kalırsa 2 saat yetmiyor.“

4 çocuk okuttuğunu ifade eden Başak, ne yapacağını bilemediğini, “bir ton borcunun olduğunu” vurguluyor:

“Doktor, ‘kimseyi yanına sokmayacaksın’ diyor, ‘odana kimse girmesin’ diyor. Ev iki oda zaten, bu evi görseler herhalde beni bir daha hastaneye sokmazlar. 15 metre hortumu sallıyorum aşağı, yavaş yavaş bir merdiven iki merdiven inip çıkıyorum. Bu şekilde yaşıyorum. Sayın Cumhurbaşkanına, Başbakana sesleniyorum. Ne olur benim de evime gelsinler, şu halimi bir görsünler. Elbet ikram edecek bir çayımız olur. Eğer gelemiyorlarsa ben gideyim ayaklarına ne olur derdimi bir anlatayım.”

“İşyeri doktoru bir şey olmaz dedi”

Başak, çalıştığı ortamdaki tozu gördüğünde ileride illa ki bir zarar geleceğini düşündüğünü, ancak bu derece ölümcül bir hastalığa yakalanacağını aklına bile getirmediğini anlatıyor.

“Oraya doktorlar geliyordu, ‘tozdan zarar görür müyüz’ diye sorduğumda, ‘Yoğurt ye, ayran iç mikrobu öldürür, bir şey olmaz’ diyordu. İşyerinde normal tozu çöpe atmam gerekirken, patron, ‘Bunu eleğe vurun, depoya atın, fazla kum gitmesin’ diyordu. Toz daha fazla malı çıkarıyordu.”

Günde 12 saat çalışma süreleri olduğunu vurgulayan Başak, ayrıca fazla mesai yaptığını, aynı ortamda toz içinde gece yarılarına kadar çalıştıklarını kaydediyor:

“3 oda düşünün. Her bir odada 1 tona yakın toz. Her odada floreson lambaları, tozun içinde yerdeki kauçuğun üzerine artık kot ceket, pantolon, etek, gömlek ne varsa atıp 1 saat mücadele ediyorduk.

3 tonluk iki tanktan birinde kum, diğerinde basınçlı hava vardı. Deniz kumunu kurutup getiriyorlardı. Uzun hortumlarla basınçla bu kumu püskürtüyorduk. Bu kum kumaşı yumuşatıyor, kotu keten gibi yapıyor, pamuklu hale getiriyor, kumaşı inceltiyor. Kimyasal maddeler de var tabii, sadece kum değil. Kimyasal kumaşı beyazlatıyor. Ama tabii kotu yumuşatırken ciğerlerimizi yok ettiler. Bile bile bizi ölüme götürdüler.”

İşyeri aleyhine açtığı davanın devam ettiğini söyleyen Başak, “elbette hakkını arayacağını, en azından çocukları için bunu yapacağını” belirtiyor:

“Şimdiki aklım olsa, hiç bu işe girer miydim? Biliyor olsam, bana maaş değil, ‘İstanbul’un tamamını sana tapulayacağız’ deseler bu işe girmezdim. Haftada iki kere doktor geliyordu. Naylon, uyduruk maskeler veriyorlardı. Onu da idare edin diyorlardı. Lastiği kopuyordu mesela, ‘del lastiği yandan, öyle bağla’ diyorlardı. Tedbir almadan bizi ölümüne çalıştırdılar. Tazminat davasını kazansam bana verecekleri, avukatın dediğine göre 180 bin lira falan. Bana 1 trilyon lira verseler ne olur.

“Bu işkenceyi çekmektense ölüme razıyım”

Başak akciğer nakli olmak için bekliyor:

“Ben nakil yazdırmışım. Ölsem, razıyım. Bari bu işkenceyi çekmem. Her gün ölmektense bir kez ölmeyi tercih ederim. Ben ölümden korkmuyorum. Üzüldüğüm nokta, haklı olduğumuz halde sorumluların yerine yaşadığımız bu koşullar nedeniyle sanki biz cezalandırılıyoruz.”

Kardeş de silikozis hastası

Mehmet Başak’ın kardeşi Mehmet Seher Başak da silikozis hastası. İki kardeş aynı işyerinde çalışmış. Ancak Mehmet Seher Başak kot kumlama işinde ağabeyinden daha az, 5 yıl çalışmış. Dolayısıyla ciğerleri daha az hasar görmüş. Bu nedenle, maluliyet oranı yüzde 14.5 olarak tespit edilmiş ve silikozis hastalığı için gerekli olan yüzde 15 maluliyetin altında kaldığı için malulen emekli olamamış.

“Ağabeyime göre benim durumum elbette daha iyi ama, bugün yarın ne olur Allah bilir. Ben ondan daha az çalıştım kot kumlamada. Hastalık çıkınca bıraktık tabii, şimdi asgari ücretle kola fabrikasında mal taşıyorum gün boyu, soğukta, yağmurda. Oysa benim de dikkatli olmam lazım. 4 çocuk var, ev kira. Evim zemin katta, rutubet içinde. İki oğlan küçük daha, büyük olan iki kızım biri 12, diğeri 14 yaşında. İkisini de okuldan aldım, konfeksiyona verdim çalışıyorlar. Durumum iyi olsa gül fidanlarımı okutmaz mıyım hiç. ‘Baba beni okula gönder’ diye kampanya yapıyorlar, hadi bakalım nasıl göndereyim ben çocuklarımı okula Allah aşkına. Bu hastalığın beni ne zaman yıkacağı belirsiz. Emekli olabilmek için 4 yıl daha çalışmam gerek. Zaten geçinemiyoruz da… Ya, bana birşey olursa ne olur benim ailem, düşünmek bile istemiyorum.”

Kaynak :
Please, Giriş Yap or Kayıt Ol to view URLs content!
 
Üç kardeşin üçü de…

Abdülhalim Demir 33 yaşında.. Hem, diğer iki kardeşi gibi silikozis hastası hem de Silikozis Hastaları Dayanışma Komitesi üyesi bir aktivist.. Abdulhalim Demir, “Kot kumlamayı dünyada yasaklatmadan ölmeyeceğim” diyor. Kayıtlara geçmiş silikozis hastalığından ölen 73 işçinin elinde tuttuğu isim listesinin ağırlığına daha fazla dayanamadığını, yırtıp attığını anlatıyor.

İstanbul’da yaşayan 4 çocuk babası Abdulhalim Demir, neredeyse ‘silikozis’ ismiyle özdeşleşen Bingöl Karlıova’nın Taşlıçay köyünden. İki kardeşi 27 yaşındaki Nuri ile 31 yaşındaki Osman da silikozis hastası. Kendisini, ölümcül silikozis hastalığına yol açan kot kumlamacılığını tamamen bitirmeye adamış…

Kardeşlerinin köyde ölümü beklediklerini söyleyen Demir, bugüne kadar verdiği mücadeleyi Al Jazeera Türk’e anlattı.

“Bizim Taşlıçay Köyü’nde aslında küçükbaş hayvancılık yapılırdı.

hasta5.jpg
Köylü hayvanını yazın Diyarbakır’a, kışın da Bingöl’deki yaylalara sürerdi. Devlet 1990’lı yılların başlarında yaylacılığı kaldırdı, geçişleri yasakladı. Köyün yüzde 86’sı korucu oldu. Biz 13 kardeşiz, bu yasaktan önce durumumuz iyiydi, ben yatılı okula gidiyordum. Yasakla herşey değişti, ailemi geçindirmek için 15 yaşında İstanbul’a gelmek zorunda kaldım. Kot kumlama işiyle de tanıdıkların aracılığıyla Güngören’de tanıştım. Tabii, herkes gibi böyle bir işin ölüm getireceğini bilemezdim. ”

Demir, İstanbul’da çalışırken, 2007’de, köyünde silikozisten ölenler olduğunu ve kot kumlama işinde çalışanların sağlık taraması için Erzurum Atatürk Üniversitesi Hastanesi’ne çağrıldığını duymuş.

“Önce Bingöl’e, köye gittim sonra da Erzurum’a, Atatürk Üniversitesi Hastanesi’ne. Tahliller yapıldı, ben İstanbul’a döndüm. Bir gün Ankara’dan Sosyal Sigortalar Kurumu’ndan aradılar. Kendilerine Erzurum’dan bir liste geldiğini, benim de adımın o listede yer aldığını ve bu listedeki diğer isimler gibi ‘meslek hastası’ olduğumu söylediler. Meslek hastalığını ilk kez o tarihte duydum. Haklarımı anlattılar, meslek hastalıkları hastanesinde teşhis konulduktan sonra ‘iş göremez geliri’ alabileceğimi söylediler. Ben de prosedürü yerine getirdim. Bana yüzde 39.2 oranında iş göremez raporu verdiler.”

“Böyle olmaz deyip mücadeleye başladım”

Tam 5 yıl kot kumlama işinde çalışan Demir, tedavisi olmayan bir hastalığa yakalandığını öğrendiği ilk anda şoke olduğunu anlatıyor.

“Vücutta ilerlerse 3 ay içinde hayatını kaybediyorsun. Bende durmuş, çok iyiyim. Başka hastalıklara da neden olabiliyor. Mesela, tüberküloz. Başka insanlar ölüyor, kötü hissediyorsun tabii., 15 yaşımda istanbul’a geldim ben. Daha önce, bir iş yerinde çalışmış diye insanların öldüğünü duymamıştım. Emek bilinci yok, çocuk işçi olarak başlıyorsun, aslında olmaman gereken bir yerdesin ve çalıştığın için öleceğini duyuyorsun. Bu tabii şok edici bir şeydi ilk başlarda. Ciddi bir travmaydı benim için. Biraz eve kapandım, hastalığın da o an çok etkisini hissediyordum. O zaman nefes problemini çok ciddiydi, Yedikule’de 1 ay yattım. Sonra bu böyle çözülmez diye mücadeleye başladım.”

“Leyleğin atılmış yavrusu”

Clean Clothes Campaing (CCC) adlı uluslararası sivil toplum kuruluşunun Türkiye temsilcisi olan Demir, hayatını bu hastalıkla ilgili farkındalık oluşturmaya, maruz kalanların haklarını savunmaya adadığını ifade ediyor.

“Biz 13 kardeşiz. Köyden İstanbul’a gelip çalışmaya başladığımda ‘Sen leyleğin atılmış yavrususun aileye bakmak için burdasın’ demişti patronum. Leylek yuvada 8 birey için yer varsa 10 da yavrusu varsa bunlardan ikisini aşağı atarmış. Hastalığım ortaya çıkınca ‘Leyleğin atılmış yavruları’ diye mektup yazdım, özellikle yabancı medyada büyük yankı buldu. Bingöl’den İstanbul’a göçüşümün nedenlerini anlattığım, neden bu hastalığa yakalandığımı anlattım, içimi döktüm. 2008’de bakanlıkla görüşmeye başladığımızda işyerlerinde kot kumlama uygulaması devam ediyordu. Çalışma Bakanlığı’na yasaklaması için bastırdık. Mart 2009’da Sağlık Bakanlığı kot kumlamayı yasakladı. Aslında bunu Çalışma Bakanlığı’nın yapması gerekiyordu. 2010’da Bakanlar Kurulu kararıyla silikozis Hıfzızsıhha’ya tâbi edildi. Yani tedavisi ücretsiz hale getirildi. Hastalara derecesine göre özürlü aylığı bağlandı.”

Türkiye’de kot kumlama artık yok

CCC’nin de katkılarıyla Ankara’da, İstanbul’da, İngiltere’de, İsveç’te eylemler yaptıklarını, bu konudaki farkındalığı en üst seviyeye çıkarmaya çalıştıklarını vurgulayan Demir, sigortasız işçilerin henüz haklarına erişemediklerini belirtiyor.

“Ben sigortalıyım ve yüzde 39.2 iş göremez gelirim var. Eforlu işler yapamam, bilgisayar kursuna gidip web sitesi geliştiriyorum. Ama bu işi sigortasız yapanlar,- ki onlar sektörün yüzde 98’ini oluşturuyor- hastalandılar, 500 lira alıp evlerinde ölümü bekliyorlar. Bunların içinde benim iki kardeşim de var. Devletin bu insanları hayatın içine alması gerekiyor. Tazminat verilmedi, dava açıyorlar, işyeri ortada yok, kaybediyorlar bu sefer devlet avukatlık masrafını bile istiyor. Devlet bu insanlara tazminat ödesin diye kampanya yapmak istiyoruz. Şu anda Türkiye’de kot kumlama yok, bundan kesinlikle eminiz. Şimdi Bangladeş’te, Mısır’da ve Çin’de yapılıyor. Buralara da gidip eylemler yapmayı planlıyoruz.”

Konuşmak bile sinirlerimi bozuyor

Demir, bu hastalığa yol açan kumlama işinin kökünü kazımak olduğunu vurguluyor..

“Ben kot kumlamayı dünyada yasaklatmadan ölmeyeceğim. Elimde bugüne kadar ölenlerin tamamının listesi vardı. Her öğrendiğim ismi bu listeye yazıyordum. Ancak yazdığım her isim cebimdeki listenin ağırlığını artırmaya başladı. Zaman zaman bana bu listeyi soranlar oluyordu. Kimseye vermedim ve sonunda yırtıp attım. Bu konuyu konuşmak bile sinirlerimi bozuyor.”

Kaynak :
Please, Giriş Yap or Kayıt Ol to view URLs content!
 
DOKTORLAR ANLATIYOR
Çalışma süresi arttıkça risk artıyor

Yedikule Göğüs Hastalıkları Hastanesi’nde Organ Nakli Koordinatörü Uzman Doktor Nur Dilek Bakan, yıllardır silikozis hastalarıyla ilgileniyor. Dr. Bakan’a göre, silikozise yakalanmanın tek nedeni“kumlamaya” maruz kalmak.

“Kumlamaya maruz kalmazsanız hasta olmuyorsunuz, normalde görülen bir hastalık değil. Çok yoğun, çok kısa süreli maruz kalmalar bile bu hastalığı yaratabilir. Genelde bu kumlama işi kapalı ortamlarda yapıldı. Bir işçinin bu ortamlarda ortalama 6 ay çalışması hastalanması için yeterli.”

Bakan, ilerlemiş silikozis hastalığının tedavisinin olmadığını söyledi.

doktor4.jpg
“Taş, akciğere girdiğinden itibaren sürekli bir reaksiyon başlıyor orada ve temizlenmesi mümkün değil. Hiçbir tedavi yapamıyoruz. Bunun tedavisi, önlemek. Önlediniz mi olmaz. Silikozis olma şansınız yok maruz kalmadan. Olduktan sonra yapacağınız hiçbirşey yok. Sadece
takip ediyoruz, rahatlatma anlamında tedavi ediyoruz. Diğer hastalıklar mesela, tüberküloz olmamaları için uyarıyoruz, takip ve erken dönem teşhis edip tedavi ediyoruz. Tüberküloz olmasınlar diye koruyucu tedaviler veriyoruz.”

Silikozis hastalarının “özel hastalar olduğunu” söyleyen Bakan, “Genelde 30’lu yaşlardalar. Çocuk yaşta olanları da var. Gerçekten, sadece çalıştıkları için hastalandı o insanlar. Sadece onun cezasını çekiyorlar, hiçbir suçları yok” diye konuştu.

“Yüzde yüz önlenebilir”

Hastalığın yüzde yüz önlenebilir bir hastalık olduğunu vurgulayan Yedikule Göğüs Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Sedat Altın ise, kesin çözüm olmamakla birlikte akciğer naklinin hastanın yaşamını uzatabildiğini söyledi.
doktor2.jpg
“Bu hastalıkta reaksiyon oluştuktan sonra akciğer büzüşüyor. Normalde nefes alıp verecek alan yüzeyi daralıyor. Normalde hepimiz oksijeni yüzde 21 oranında alıyoruz ve oksijen vücuttaki her hücreye taşınıyor. Silikozis hastasında havalanmayı sağlayacak yüzey taşla kaplandığı için oksijen kana geçemiyor ve bunun tedavisi mümkün değil. Genç hastalar akciğer gelişimi daha tamamlanmadan toza maruz kaldıkları için 5- 6 yıl içinde ölüyorlar. Çare değil, iyi sonuçları yok belki ama yine de akciğer nakli yaşam sürelerini uzatabilir. Aksi takdirde ölünceye kadar oksjien tüpü ya da konsantör dediğimiz aleti sürekli kullanmak zorunda kalıyorlar, yaşam kaliteleri son derece düşük oluyor.”

“Kadın hastalar atlanmış”

2007 ve 2011’de bir takım testler yaparak topladıkları bilimsel verileri bir rapor haline getiren Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Yardımcısı ve Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Metin Akgün, silikozisin sürekli ilerleyen bir hastalık olduğunu kaydetti.

“2007’de değerlendirdiğimiz kot kumlama işinde çalışanlar o tarihte 145 kişiydi. Davet ettiğimizde bize 74 kişi geldi, 145 kişiden 9’u hayatını kaybetmişti. Diğer kalanların bir kısmı İstanbul’a göç etmiş, bir kısmı başka yerde. Bu 74 kişinin ilk değerlendirmesinde silikoz oranı yüzde 54’tü, 2011’de yüzde 96’ya çıktı. Bu hastalar, çalışmaya devam etmedikleri halde hastalık ilerlemiş. 2009’daki yasal düzenlemeler sonrası artık yeni vaka gelmiyor. Bu hastalığın teşhisinde sadece akciğer filmi yeterli. Meslek öyküsünü de sormak lazım. Önceki çalıştığı işler. Sorduğumuzda farklı işlerde çalışanlar var son gelenlerden. Önceye ait hikayeyi almak lazım. İlginç bir şey oldu. İki kadın hasta geldi. Biz kadınlarda hiç hasta görmemiştik. Tanı almada çoğunlukla çalışanlar erkek olduğu için kadınlara ‘ne iş yapıyorsun’ diye hiç sorulmamış, atlanmış. Yıllarca dolaşmışlar farklı farklı tanılar almışlar. Tanıları atlanmış iki hastamız var yani.”

Kot kumlama işinde 3 yıldan fazla çalışanlar için riskin arttığını belirten Prof. Dr. Akgün, “Ne kadar fazla çalışmışsa o kadar tehlikeli. Birden fazla işyerinde çalışıyorlar. Küçük, kapalı yerde çalışanlar çok yoğun toza maruz kalıyor, onlar biraz daha erken hayatını kaybediyor, ama daha büyük fabrikalarda havalandırması biraz daha iyi olan yerlerde hastalık biraz daha uzun vadede gelişiyor. 10 civarında tüberküloz gelişen hasta var. Tüberküloz fazla. Bağışıklık sistemini etkilediğinden dolayı hastalığın daha fazla ilerlemesine yol açıyor. Bir hastamızda tüberküloz menenjit gelişmişti mesela.”
doktor5.jpg

“1 milyon kat fazla toz yutturmuşlar”


İstanbul Üniversitesi Hastanesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zeki Kılıçaslan, bu hastalığın işten ayrıldıktan sonra da ilerlemeye devam ettiğine dikkat çekti.

“Hastaların bir kısmında maruziyet oranı yüzde 15 ile 60 arasında değişiyor. Bazıları hafif öksürük, nefes darlığı çekiyor, bunu önemsemiyor ve doktora gitmiyor. Türkiye’de meslek hastalıkları tanısı net olarak ortaya konulmadığı için elimizde sağlıklı veriler yok. Kot kumlamada hiçbir önlem almadan hatta tam tersine tozlar kaçmasın diye, kumları tekrar kullanayım diye işçinin kapatıldığı bir ortam düşünün. Türkiye Cumhuriyeti yasalarının izin verdiği toz oranının 1 milyon katıyla çalışmış bu işçiler.”

Doç. Dr. Akgün, 2004’te ilk silikozis hastasının kendisine geldiğini, 2005’te de hasta sayısının artmaya başladığını söylüyor:

“2007 yılında bölgemizde silikozis hasta sayısı 200’e ulaşınca bu konuda araştırma yaptım. Anket ve görüşme yoluyla demografik özellikler ve çalışma koşulları hakkında 157 hastadan bilgi alındı. Hastaların solunum fonksiyon testleri ve akciğer grafileri değerlendirildi. İşçilerin yaklaşık 80’inde hastalık vardı. Bu hastalık eskiden beri bilinmesine rağmen tekstilde ilk kez Türkiye ’de karşılaştık. Dünyada ilk örnek ülkemizde. Tedavisi olmayan bu hastalığın önlenmesinin tek çaresi kot kumlamada silikozun kullanılmaması. Bu konuda Sağlık Bakanlığı 2009 yılında yasak kararı aldı ama bunun denetimi de önemli.”

Kaynak :
Please, Giriş Yap or Kayıt Ol to view URLs content!
 
HUKUK MÜCADELESİ
Çoğu sigortasız, haklarını alamıyor..

Silikozis Hastaları Dayanışma Komitesi Başkanı Prof. Dr. Zeki Kılıçaslan, devletin geri dönüşü olmayan bu hastalığın pençesine düşen işçilere en azından aylık bağlaması ve hak ettikleri tazminatları vermesi gerektiğini söyledi. Hasta Hakları Aktivistleri Derneği Başkanı Avukat Orhan Demir, silikozis’e yol açan kumlama işinin tamamen yasaklanması gerektiğine işaret etti.

Silikozis mağdurlarının haklarını almaları için Hasta Hakları Aktivistleri Derneği, Mazlum-Der, Toplum ve Eğitim Gönüllüleri Platformu, Türk TORAKS Derneği ile Silikozis Hastaları Dayanışma Komitesi gibi çok sayıda sivil toplum kuruluşu 2007’den bu yana hukuk mücadelesi yürütüyor. Ancak özellikle merdiven altı üretim yapan işyerlerinde sigortasız çalıştırılan yüzlerce işçi, haklarını alabilmek için açtıkları hizmet tespit davalarını kaybetti.

Al Jazeera Türk’e konuşan Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi olan Silikozis Hastaları Dayanışma Komitesi Başkanı Prof. Dr. Zeki Kılıçaslan’a göre, devlet bu işte doğrudan sorumlu.

doktor3.jpg

“Belediyeler ve bakanlık müfettişleri başta olmak üzere kamu görevlileri hakkında kontrol, denetleme yapmadıkları için suç duyurusu yaptık. Sonra da işçilerin haklı olduklarını ispat için hizmet tespit davaları açtık. Sigortalı olan birkaç işçinin davası yürüyor. Bunun dışında hiçbir sonuç alınamadı. Olay yasaklanmış, işveren kapatıp gitmiş veya o bölümü kapatmış. Mahkeme en az iki sigortalı şahit istiyor, zaten sigortasız çalışıyor bunlar. Dolayısıyla, açtığımız hizmet davalarının neredeyse tümünü kaybettik. Hatta mahkeme giderleri için işçilere haciz geldi. İşçiler, ‘bizi mahvettin’ diye çıkıştılar. Onun ötesinde tazminat davaları zaten yürümüyor. Çünkü işçi olduğunu tespit edemiyorsun nerede tazminat açacaksın bunlar da fiyasko oldu.”

“Pek çok hasta ortada kaldı”

Eylemleri sonucu işçilere işgücü kaybı oranında bir özürlü aylığı bağlandığını vurgulayan Prof. Dr. Kılıçaslan, “Bu maaşın işçi öldüğünde ailesine naklini sağladık. 2010’da, yasa çıktığında 3 aylık başvuru süresi tanınmıştı. Halbuki işçiler hasta olduklarını bilmiyorlar ki. Çoğu köyüne gitmiş, yurtdışına gidenler var, yabancı olanlar var, Azeriler ağırlıklı. Kimi bilinçli olarak gelip başvurmadı. Tabii, adam çalışıyor, diyelim bin 500 lira maaş alıyor. 500 lira maaşa gelir mi? İşveren silikozis olduğunu öğrendiği işçiyi çalıştırmıyor, sorumluluk almak istemiyor. Sonuçta bir sürü silikozis hastası ortada kaldı” dedi.

Prof. Dr. Kılıçaslan, devletin silikozis’e yol açabileceğinden şüphelenilen iş kollarındaki tüm işçileri çağırıp, kontrollerini yaparak, haklarını vermesi gerektiğini vurguladı.

“Kamu; ‘kot kumlama işi yapmış herkesin başvurması lazım’ demeli. Bu hastalık hemen ortaya çıkmaz. 3, 5 hatta 10 yıl sonra ortaya çıkabilir. Dolayısıyla kesin silikozis hastası olan ama hekime gitmeyen çok hasta olabilir. Yasak sonrası çoğu işveren bu işleri yurtdışına, özellikle Bangladeş’e kaydırdı. Bunu da Avrupa temelli tekstil sektöründe iş koşulları için mücadele eden CCC’nin (Clean Clothes Campaing/ Temiz Giysi Kampanyası) verilerinden öğreniyoruz. Biz, Avrupa’da birçok ülkede çalıştık. Farkındalık yaratmak üzere Bangladeş’e de gitmeye hazırlanıyoruz.”

Kumlamanın çok özel koruma önlemleriyle izin verilebilecek bir iş olduğunu belirten Prof. Dr. Kılıçaslan, “Çünkü ne yaparsanız yapın çok ince tanecikleri işçinin solumasını engelleyemezseniz” diye konuştu.

“İşveren sonra farkına vardı”

Uzman Doktor Nur Bakan, silikozis işçilerinin açtığı davalarda bilirkişilik yapıyor. Tecrübelerini paylaşırken, ölümcül olduğu anlaşılınca işverenlerin kendiliklerinden piyasadan çekildiklerine işaret etti.

“İşçiler birbiri ardına davalar açınca bütün işverenler kendilerini suçlanmış kişiler olarak görmeye başladı, tepki gösterdi. Dedim ki, ‘Bu işi yapıyorsanız, az veya çok işçinizin bu hastalığa yakalanmasını göze alıyorsunuz demektir. Çünkü bu adamın başka türlü silikozis olma şansı yok.’ O zaman şaşırdılar yani. Onlar zannediyorlardı ki, ‘Kaç kişiye ekmek veriyorum bak beni arkamdan vuruyor, beni dava ediyor.’ Olayın vahametine varınca onlar da vazgeçtiler tabi.”

“Dul bırakan hastalığı”

Özellikle kot kumlamaya bağlı silikozisle ilgili farkındalık yaratma mücadelesi veren Hasta Hakları Aktivistleri Derneği Başkanı Orhan Demir’e göre, bu işte 6- 7 ay çalışan bir kişinin çalışma gücü yüzde 80 oranında azalıyor. Demir, “Genç yaşında eşleri dul kaldığı için dul bırakan hastalığı deniyor buna” dedi. Demir, Silikozis Mağdurları Dayanışma Komitesi, Mazlum- Der ve diğer sivil toplum kuruluşlarının ortak çabaları sonucu kot kumlama işine yasak getirttiklerini, ancak bunun yeterli olmadığını belirtti.

“SGK bu hastalığı meslek hastalığı saydı. Bu işi yaparken hastalandığını belgelendiren kişilerin emekli olmasının önü açıldı. Bu kişilere verilen emekli maaşı bunları ancak açlıktan kurtarabilecek bir maaş. Yani açlık sınırında bir maaş. Devletin kusurundan, göz yummasından, denetim yapmamasından kaynaklı olarak bu kişilerin vücut bütünlükleri bozulmuş durumda. Birçok kişi 40 yaşına varmadan hayatını kaybediyor. Hastalığa yakalanmış kişiler de ölümü bekliyorlar. Çocuk gelmiş 18 yaşında İstanbul’a girmiş bu işe. 7 ay sonra rahatsızlığı dolayısıyla hastaneye gitmiş, doktor teşhisi koymuş ve buna rağmen çalışmaya devam etmiş. Niye? İş yok. Niye? Köyde ailesi, çoluğu çocuğu ekmek bekliyor. Yani bu işten öleceğini bile bile çalışmaya devam etmiş...”

Kaynak :
Please, Giriş Yap or Kayıt Ol to view URLs content!
 
Üst